19 Kasım 2007 Pazartesi

YUSUF PEYGAMBER VE 11 YILDIZ

Yusuf Peygamberin küçük yaşta gördüğü bir rüya hayatının en önemli dönüm noktasını oluşturur. Rüyasında 11 yıldız ve Guneş ile Ay'ın kendine secde ettiğini görür. Babası bu rüyanın çok önemli olduğunu ve oğlunun Allah'ın seçtiği özel bir kimse olabileceğine işaret ettiğini anlar ve bu nedenle kardeşlerinin gazabına uğramaması için rüyasını kimseye anlatmamasını söyler. Hani Yusuf babasına: "Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) onbir yıldız, Güneş'i ve Ay'ı gördüm; bana secde ederlerken gördüm" demişti. (Babası) Demişti ki: "Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır."

"Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakub ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Yusuf Suresi, 4-6)

Allah'ın, "Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için ayetler (ibretler) vardır." (Yusuf Suresi, 7) ayetiyle de bildirdiği gibi müminler, Hz. Yusuf'un kıssasında anlatılan bu akıl alametlerinden de ders almalıdırlar. Evrenin hangi köşesine dönüp baksalar karşılaştıkları her detayın ve sonsuz kainatın, Allah'ın sonsuz aklının örnekleriyle dolu olduğunu görürler. Kuran'da Allah'ın bu üstün aklı ve sanatı karşısında insanın nasıl aciz kaldığı şöyle bir örnekle haber verilmiştir:

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

Ayette bildirildiği gibi, Allah'ın yaratmasında en ufak bir eksiklik yoktur. Çünkü Allah'ın sonsuz aklı, insanın sınırlı aklı ile kıyaslanmayacak kadar üstün ve eşsizdir. Evrendeki her sistemde karşılaşılan kusursuz yaratılış, bu üstün aklın bir göstergesidir. Allah'ın, insanlara böylesine kusursuz sistemler göstermesinin bir sebebi de, insanın aklın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmesi, Rabbimiz'in büyüklüğünü kavraması ve O'na teslim olup iman etmesidir.

Yusuf bahsinde babası tarafından sevilen Yusuf, bu yüzden 11 kardeşinin kıskançlığına maruz kalır. Onu bir gün yanlarına alıp bir çöldeki kuyuya atıp terkederler. Babalarına ise bir kanlı gömlek götürerek 'onu bir kurt öldürdü' derler. Yusuf, oradan geçen bir kervanın onu kuyuda bulmasıyla hayat hikayesi farklı şekilde gelişir.

Zamanın Mısır Maliye Bakanına köle olarak satılan genç yaştaki Yusuf, sarayda yaşamaya başlar. Yusuf'un güzelliği ortaya çıktıkça bir altın gibi parıldamaya başlar. Maliye Bakanının Karısı onu arzulamaya başlar. Bu konuda en önemli olay olarak kadının Yusuf ile birlikte olmak isterken Yusuf'un uzaklaşmaya çalışması yüzünden Yusuf'un yırtılan gömleğidir. Amacına ulaşamıyan kadın, kocasına Yusuf'un kendisine saldırmaya çalıştığını söyleyerek iftira atar. Yusuf zindana atılır. İki kişi ile birlikte girmiştir hapishaneye. Anlattıkları rüyaları yorumlayarak, birine bağışlanacağını ve suçsuz bulunacağını, diğerine zarar göreceğini ve suçlu bulunacağını söyler. İki rüya yorumu da gerçekleşir.

Mısır Kralı, rüyasında gördüğü yedi tok ineği yiyen yedi zayıf inek ve 7 yeşil başak ile diğer kupkuru başaklar ile ilgili olarak yorum arayışına girmiştir. Zindanda rüyasını yorumlatan kişi yıllar sonra Yusuf'u hatırlar ve Kralın bu rüyasını gider ona sorar. Yusuf, yedi sene normal hasattan sonra yedi sene kuraklık geleceğini ve son bir sene olarak yağmur olacağını söyler. Kral rüyasının yorumunu beğendiği Yusuf'u yanına çağırtır hapishaneden. Mısır'a önce Maliye Bakanı ardından da Kral olur Yusuf.Kuraklık zamanı yardım için Saraya gelen kardeşleri ile tekrar kavuşur. Gönderdiği gömleği yüzüne süren babasının kör olan gözleri açılır. Sarayda babası ve kardeşlerini misafir olarak kabul eden Kral Yusuf, baba ve annesini tahta oturtur, o sırada

Kralın karşısında boyunlarını büken kardeşleri ile birlikte o an gerçekleşenler rüyasının gerçekleştiğini gösterir. Yusuf ayrıca dini bir elçi olarak da görev yapmıştır.Bu anlatılar ile Astroloji arasındaki ilişkiler çok belirgindir. Herşeyden önce gördüğü rüya Gökyüzü ile ilgili bir rüyadır. Ayrıca Guneş ile Ay dışında 11 yıldızdan bahsedilmektedir. Bu da yeni bulunan gökcisimleri ile ilgili bir takım ipuçları verebilir. Şu anda bilinen Gezegenler: Merkur, Venus, Mars, Jupiter, Saturn, Uranus, Neptün, Pluto olup sekiz adettir. Bu noktada Guneş Sisteminde 3 gezegen daha olması gerektiği düşünülebilir.

Yalkın Tuncay

İNSANLARIN BUYRUĞUNA VERİLEN YILDIZLAR

Allahu Zülcelal yıldızların yaradılışını anlatırken ; yıldızları insanlar için yarattığını açıkça beyan etmektedir. Zahiri anlamında; yıldızların aydınlatıcı ve kozmolojiye bakan cephesiyle insanların yönlerini bulmalarına yardımcı oldukları ifade edilmekle beraber, yıldız ilmine de işaret edilmektedir.

Yıldızlardan istifade edilerek amacına uygun kullanıldığında insanlığa nasıl bir yol gösterici olabileceği üzerinde tefekkür etmek gerekiyor. Ancak, bu tefekkürün yıldızları yaratanın da Allah olduğu bilgisiyle yapılması gerektiği önemle vurgulanıyor. ‘O, sayelerinde, kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Bilen bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.’(En’am/97)

Bir diğer ayeti kerimede ay, güneş ve yıldızların da O’nun buyruğunda olduğu ifade edilerek, yaratma ve emretme yetkisinin sadece ve sadece Allah’ta olduğu bir kez daha hatırlatılıyor.

Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş'a kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah'tır. Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı yücedir.’ (A’raf/54)

Nahl suresinde güneş ve ayın tüm insanlığın hizmetine verildiği ve akleden toplumlar için büyük ibretler olduğundan bahsedilmektedir. İşte ibret almak ve anlamak için bizlere bir fırsat daha.

O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.’ (Nahl/12)

Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirirdi. İnsanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar. (Nahl/16)

Yıldızlarla yollarını bulurlar ifadesi yine karşımıza çıkıyor. Yol gösterici olan yıldızlar… Tüm mevcudadın (yıldızlar da dahil) Allah’a secde ettikleri ve kulluklarını yerine getirdikleri anlaşılmaktadır.
Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz, Allah dilediğini yapar.’ (Hac/18)
Peki bu kulluk nasıl yerine getirilmektedir? Tasavvuf alimlerinin eserlerinden; yıldız ilmi adı verilen ilim aracılığıyla kendilerine verilen görevleri melek denilen Allah’ın kudret eliyle tüm evren üzerinde mecbur ve sorumlu bir şekilde yerine getirmektedirler.

İbrahim Peygamber (AS) yıldızlara bakar ve ben hastayım der.

İbrahim yıldızlara baktı ve "Ben hastayım" dedi. (Saffat/89)

Yıldızların hallerinden ayrı ayrı bahsedilir Kuran-ı Kerimde; yıldızlar batar, yıldızların ışığı söndürülür, bulanıp sönerler, ışığıyla karanlığı deler. Çoğu da kıyamete ilişkin işaretler olarak ifade edilir.

Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı. (Necm/2)
yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir- (Vakı’a/76)
yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman, (Mürselat/8)
yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman, (Tekvir/2)
yıldızlar saçıldığı zaman, (İnfitar/2)

Yalkın Tuncay

ELEMENTLER VE LETAİFLER

Astrolojiye göre her gezegen bir metalle ilintilidir. Buna göre güneş de altın ile alakalıdır. Kişinin irade ve gücünün saf altın gibi tam bir kemale ermesi için arınması gerekir. Her nefs, doğum haritalarındaki yerleşimlerine göre bir nevi metallerin (burada esma terkipleri olarak değerlendirebiliriz) bunların da saflaşmaları için dönüşüm geçirmeleri gerekmektedir.

Tasavvuf edebiyatında mürşidin teveccühü ve nazarı iksire benzetilir. Nefesi ise simyadır. Kişinin karmaşık nefsini saf altından bir kalbe dönüştürür. Ebedi saadet ve sonsuz mutluluk da işte budur. Saf bir altın gibi kararlı, kolay paslanmayan, havaya, suya, toprağa ve ateşe yüz vermeyen; bozulmayan bir kalp.

İşte insandaki letaiflerin hükmü de bunun gibidir. İnsan, yapısı itibariyle on letaiften oluşmuştur. Beş tanesinin meleküt yani emirler aleminden, diğer beş tanesinin de mülk yani madde aleminden olduğu bildirilmiştir.

Emir alemi arşın üstünde olduğu için bizim beş duyu organımızla algılayamadığımız, görüntü ve maddenin olmadığı bir şekilde Allahu Zülcelal’in emriyle yaratılmıştır.
Diğer madde alemi ise arşın altında ve beş duyu organlarıyla algılanabilir niteliktedir. Emirler aleminden olan beş latifeden biri insani kalptir. Madde aleminde yeri, insanın sol memesinin dört parmak altındadır. İkincisi insani ruh olup sağ memenin dört parmak altındadır. Üçüncü sır’dır ve sol memenin iki parmak üstündedir. Dördüncüsü hafa ismini alır, sağ memenin iki parmak üstündedir. Beşincisi boyun çukurunun iki parmak altında bulunan ahfa’dır. Bu letaif noktaları İmam-ı Rabbani (k.s) Hazretlerinin buyurduğu gibi nurdan yaratılmışlardır. Bunların varlığını keşif sahipleri de söylemektedir. Allah-u Zülcelal bu şekilde letaiflerin her birine hakiki vazifelerini vermiştir.

Emir aleminden olan bu beş letaif; madde alemine aktarılarak insan bedenine yerleştirilirken, nefis onların nurlarını karartmış, kemalat ve yeteneğini de eksiltmiştir. Bu nedenle de feyz alma kapısını kapatmıştır.. Diğer bir ifadeyle dünyada kaldıkları müddet içinde, hakiki olan bu vazifelerini kaybedip hep dünya ile meşgul olmaya başlamışlardır. Kalp, Allah ile meşgul olmak yerine, dünya ile meşgul olmuş, ruh, Allah'ın muhabbetiyle meşgul olmak yerine, dünya muhabbetiyle müptela olmuştur. Bu şekilde letaiflerin hepsi asıl vazifelerini kaybettiklerinden madde aleminde olan beş letaifin temel özelliği eksiklik; karanlık ve kusur olmuştur.

Dört unsur; toprak, su, ateş ve hava ile nefsi emmareden oluşan bu beş latifenin özellikleri şunlardır: Toprak elemanlarının eksik yanı ibadetlere ilgisizlik, emirlere uymamak, yasakları yapmaktır. Su elemanının eksik yanı, nifak ( iki yüzlülük) tır. Bu suyun bulunduğu kabın rengi ve şeklini alması gibidir. İyi kişiler yanında iyi, kötü kişiler yanında kötü olur. Ateş elemanın eksik yanı; nefsi sevmek ve onun uğruna kızmaktır. Bundan da çekememezlik, hırs ve şehvet ateşi doğar. Hava elemanının eksik yanı, kibirdir. Bu da tüm yaratıklardan kendini üstün görerek Hakka sırtını dönmektir. Nefsi emmarenin eksiği ise Allah (CC)’a şirk koşarak nefsin Tanrı olduğunu ileri sürmesidir. Kalbin tüm hastalıklarının nedeni bu eksikliklerdir.
İşte kamil mürşidler müridlerin latifelerinin asıl makamlarına ve ilk kemallerine dönmelerine yardımcı olurlar.

Sonuç itibariyle kişiler yaradılışlarından gelen özelliklerle ateş, hava, toprak veya su ağırlıklı olarak dünyaya gelirler. Yukarıda belirttiğimiz üzere hangi elementin ağırlığı fazlaysa, dünya ve maddeye meyili de o şekilde tezahür eder. Hangi elementlerin kişide ağırlık kazanıp kazanmadığı: kişilerin doğum haritalarından anlaşılabilir. Yapılacak zikir, vird ve teveccüh çalışmaları; kişiyi madde alemindeki karanlık ve kusurlarından arındırıp, emir alemi olan asli vatanına rücu etmesini sağlayacaktır.

Yalkın Tuncay

SEMA VE YILDIZLAR

Tasavvuf tarihinde sema ve raks gibi ibadet ve zikir türleri Mevlana'dan önce de mevcut olup, Mevlana'da bunların özel bir şekli ve sembolik anlamları bulunmaktadır. Mevlevi seması, yaratılışı ve evrenin yapısını sembolize etmektedir.

Siyah cübbelere bürünmüş olarak semahaneye giren dervişlerin cübbelerinin siyahlığı YOKLUĞU ve KARANLIĞI anlatır. Sema etmek üzere önce oturup, bu cüppelerini üzerlerinden atmaları ve beyaz elbiselerle ayağa kalkmaları varlığın yaratılışını, herşeyin Allah ilminden dışarıya tecelli etmesini temsil eder.

İlk yaratılış ile yeniden diriliş arasında fark olmaması sebebiyle,siyah cübbeler aynı zamanda mezarı temsil eder. Bundan dolayı, dervişin beyaz elbisesiyle sema için ayağa kalkması mezardan çıkışı ve mahşeri anlatır.

Bazı mevlevi yazarlar, semanın güneş sistemini temsil ettiği üzerinde dururlar. Güneş sisteminin merkezi; şeyhin temsil ettiği güneştir. Diğer taraftan, Mevlana'nın semayı şekillendirirken, güneş sisteminden önce atomun yapısını da örnek aldığına dair meşhur mevlevi yazarı Eflaki'nin Menakibü'l- Arifin adlı eserinde bazı ipuçları bulunmaktadır.

Mevlevi semasının hikayesini anlatırken özetle şöyle demektedir. Hz.Mevlana, bir gün Konya çarşısından geçerken, sonradan dostu olacak olan mücevherci Selahaddin (Selahaddin Zerkubi)'in dükkanında, onun çekici altında dövülmekten inleyen altın zerreciklerinin(atomlarının) sesini işitince durakladı, iyice dinleyip düşündükten sonra, sokak ortasında birden bire sema yapmaya başladı. Bu da semanın başlangıcı oldu.

Mevlana bir şiirinde;

"Eğer bir atomu keserken,
Ortasında bir güneş,
Ve güneş etrafında da
Durmadan dönen gezegenler bulursun." demektedir.

Mevlana, ünlü eseri "Mesnevi"de güneş ve yıldızlar hakkında bakın neler söylüyor."Güneş , bir burçtan bir burca gidip durduğundan, pencereye vuran ziyası da evin etrafında döner dolaşır. Kimin bir yıldızla alaka ve mecburiyeti varsa o; kendi yıldızı ile döner, dolaşır, o yıldızın tesiri altındadır. Talihli Zühre (VENÜS) ise şevki, çalıp, çağırmayı, aşkı diler, onlara adamakıllı meyli vardır. Kan dökücü huylu Merih'e (MARS) mensup ise cen, bühtan (iftira) ve düşmanlık arar. Yıldızların ardında yıldızlar vardır ki, onlarda ihtirak (güneşe yaklaşma) ve nasih (uğursuzluk) olmaz. Onlar, bu meşhur yedi kat gökten başka diğer göklerde seyir ve hareket ederler. Birbirlerine bitişik ve birbirlerinden ayrı olmayan bu yıldızlar ,tanrı nurlarının ışığında dururlar. Her kimin talihi o yıldızlardan olursa, o kimsenin zatı, kafirleri taşlayıp yakar. Onun hışmı, bazen galip gelen, bazen mağlup olan ve tesiri böylece değişerek yürüyen Merih'in hışmına benzemez.
Galip nur, noksandan ve karanlıktan emindir. Tanrı nurunun iki parmağı arasındadır. O nuru,canlara Hak saçtı. Davetliler, onunla eteklerini doldurmuşlardır."

Sonuç itibariyle Mevlana'da evren ve atomun yapısı, hayatın temel dokusunu teşkil etmektedir. Öz itibariyle birdir, tektir. Evren ile atomun yapısı arasında fark yoktur. Semayı idare eden ve dervişlerin ortasındaki şey, aynı zamanda güneş sisteminin merkezi olan güneşi, hem de atom sisteminin merkezi olan atom çekirdeğini temsil eder. Dervişler ise, hem güneş etrafında dönen gezegenleri,hem de atom çekirdeğinin etrafındaki elektronları ifade eder. Hareket halindeki şeyhin etrafında dönmekte olan dervişler, hep birlikte hem evrenin, hem de atomun bir bütün olarak hareket ettiğini gösterirler.

Şöyle der Mevlana; "Söz, anlaması için söze muhtaç olan kişiye söylenir. Söz söylemeden de anlayan kişiye söz söylemenin ne gereği var. Gökler, yerler,anlayan kişiye hep sözdür...

Yalkın Tuncay

16 Kasım 2007 Cuma

BİLGİNİN YÜKLENMESİ

Astroloji konusu ne yazık ki bu konudaki kürsülere rağmen hakettiği yeri alamadığını düşünüyorum. En büyük sebeplerden birinin ise temel yasaların madde temeline dayandırılması. Diğer bir ifade ile kuvvet ve çekim yasaları gereğince konunun ele alınarak diğer etkenlerin gözardı ediliyor olması. Yani gökcisimlerinin birbirlerine ve diğer mevcudat arasındaki Gravitasyonel Çekim hükümlerine itibar edilmesi...

Dünyaya en yakın gezegen hükmündeki ayın çekimi hesaplandığında bir kaç metrelik gelgitler gözlenmektedir. Diğer gezegenlerin dünya ve üzerindeki etkileri de çoğu kere bu mantıkla tespit eilmeye çalışılmaktadır. Şüphesiz çekim gücü ya da elektromanyetik dalgalar aracılığıyla bilim bugün hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştırmış durumdadır. Tıp alanı da dahil olmak üzere pek çok sağlık sorunu güçlü bir elektromanyetik alan oluşturulmak suretiyle tedavi edilebilmektedir.

Üstelik, insanoğlu kendisinde mevcut elektriksel potansiyeli de harekete geçirerek dokunmadan tedavi yöntemlerini asırlardır uygulamaktadır. Diğer bir ifadeyle birbirlerinden binlerce , milyonlarca ışık hızı uzaklıklarda farklı yapıdaki gezegenler birbirleriyle nasıl haberleşerek irtibat kurmaktadırlar? Bu bakımdan konu genel çekim yasalarının çok ötesinde bir konudur. İşin diğer ilginç yanının ise binlerce yıl öncesinden süregelen astroloji kabulleri ile günümüz değerlendirmeleri inanılmaz paralellik göstermesidir.

Peki eksik olan bilgi ya da parça nedir ve nerededir? Gezegenler (planetler) hakkında bu tarz çekim kuvvetlerini hesaplayabilecek tekniklerin yokluğuna rağmen bu veriler nasıl elde edilmiştir? Günümüz bilimi kuantum teorisi ve holografik yapıyla konuyu çözümlemiş durumdadır. Önceki bölümlerde konuyu detaylarıyla açıklamıştık. Aslolan ETKİLEŞİM değil, BİLGİDİR.

Çünkü evrenin her noktası aynı bilgiyi taşımaktadır. Bu nedenle algıladığımız mekansal farklılık anlamsızlaşmaktadır. Mesafeler sıfıra inmektedir. Çünkü her nokta aynı bilgiyi barındırıyorsa mevcut bilginin açığa çıkması ile iletişim sorunu ortadan kalkabilmektedir. Bu noktadan hareketle, evrende varolan herşey bilgi ise ve her nokta bütüne ait tüm bilgiye sahipse, cisimlerin birbirlerine kuvvet uygulaması değil, sadece bir bilgilendirmeden bahsetmek daha uygun olacaktır. Bu bilgilendirme de her bir yaratılanının algılama kapasitesi ve formasyonu ölçüsünde olabilmektedir. Bu şekilde dalgaların madde ile iletişimi de açıklanabilecektir. Kuvvetlerarası etkileşim yerini bilgi yüklemesine diğer bir ifadeyle özde yer alan bilginin özden açığa çıkması ile mümkün görünüyor.

Bilginin açığa çıkması bizi başka boyutlara da götürmekte. Bu sayede mekanlararası yolculuk, zaman kavramından bağımsız hareket serbestisi gibi diğer alanlara doğru yolculuk başlıyor bir anda.. Madde yerini madde ötesine bırakıyor.

Konuya bir de farklı boyuttan bakalım. Yanınıza tanımadığınız bir insan geliyor. Kimbilir ilk aşamada fiziksel görüntüsü ya da yaydığı frekanslardan ya da hastalıklı aurası nedeniyle negatif enerjiyi peşinen alıyorsunuz. Ya da tersi oluyor. Kendinizi çok mutlu ve huzurlu hissedebiliyorsunuz. Bu gravitasyonel çekime bir örnek olabilir. Çoğu insan sadece bu tür çekimler nedeniyle ne de mutsuz evlilikler yapıyorlar değil mi? Etki geçince herşey bitiyor maalesef.. Neyse konumuza geri dönelim. Ancak bu tanıştığımız insanla konuşmaya başlıyoruz. Ve karşımızdaki insandan bize birçok bilgiyi yüklenmeye başlıyor. Zaman içinde dinledikçe karşımızdaki insanın şekil değiştirdiğini, daha sonra algılamalarımızda değişmeler olduğunu farkediyoruz. Karşımızdaki insana yeni bir kimlik veriyoruz. Ve bilgilendirilmeden kaynaklanan değişmeler oluşmaya başlıyor biz de. Bu da ikinci aşama.

Astrolojik açıdan ele aldığımızda ise, konuyu sadece çekim yasaları altında incelemenin yetersizliği ortada... Dalgasal girişim deseni yayan gezegenler, insanlar, olaylar, yapılar, maddi ve soyut kavramlar üzerinde doğrudan zincirleme bir yapı ile etkileşim halinde…
İnsan yapısı, anne ceninine düştüğü andan itibaren periyodik olarak doğum anına kadar biyolojik, fizyolojik, psikolojik açıdan astrolojik etkilerle de değişime uğramakta. Diğer yandan, sistemi oluşturan tüm ve tek yapının ortak bilgiye sahip olması ile de her an gezegenler aracılığıyla üretilen dalgasal formlar kanalıyla bilgilenerek, maddesel boyutta fiziksel, biyolojik ve psikolojik oluşum ve değişimler şeklinde açığa çıkmaktadır.

Sistem tektir, bütündür, parçalanamaz, bölünemez. Sadece ve sadece bilginin, yaradılış gereği ne kadarının alınacağı konusunda sınırlamalar ve kesitsellik vardır ki bu da tek sistemin kendi, içinde saklı bir sır olarak kalmıştır ve kalmaya da devam edecektir.

Yalkın Tuncay

ESMALAR VE GEZEGENLERDEKİ TECELLİLER

Astroloji konusundaki araştırmalar holografik yapı ve kuantum fiziği değerlendirmeleri ile yeniden ele alınınca bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Özellikle Astroloji Mucizesi ve İslam adlı kitabımda yer alan bilgiler de gözönüne alındığında ilginç ve bir o kadar da anlamlı sonuçlara varılabiliyor.

Öncelikle bazı tanımlar üzerinde durmak gerekiyor.

Tecelli; görünmek, açığa çıkmak, zahir olmak anlamlarını taşıyor. Tasavvufta ise Allah’ın (CC) ilahi kudret , sır ve nişanelerinin insanlarda ve onun dışındakilerde görülmesi, bilinmesi anlamına geliyor.

Bu noktada tasavvuf ehli din alimleri yüzyıllar öncesinden evrenin, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisinden ibaret olduğunu söylüyorlar. Diğer bir ifadeyle tüm varlıklar, O’nun isim ve sıfatlarının mazharı konumunda.

Din alimi, mutasavvıf İmam Rabbani ünlü eseri Mektubat’ta tecelli için şunları söyler:
‘Bir şeyin ikinci veya üçüncü veya sonsuz mertebelerde GÖRÜNMESİdir. Allah’ın tüm sıfat, isim ve fiilleri alemde zuhur etmiş ve herşey fiillerinin, sıfatlarının ve isimlerinin AYNAsı olmuştur. Fakat fiillerinin nasıl olduğunu, sıfatlarının mahiyeti, isimlerinin hakikati insanlar tarafından anlaşılamaz’

Bu noktada gören-görünen, seyreden-seyredilen, mazhar-zahir olan ifadeleri önem taşıyor. Örneğin Allah’ın HAY isminin canlılarda açığa çıkması (Zahir olması), bu canlıların ise o ismin mazharı olmaları gibi. Yani herşey, algıladığımız ya da algılayamadığımız tüm mevcudat Allah’ın sıfatlarına eşlik etmekte ve O’nu kendilerinde göstermektedir.

Herşey Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisidir. O var olduğu için varlıklar vardır. Allah Hayy’dır, hayat sahibidir. Dolayısıyla, bu ismin tecellisi ile herşey hayat sahibidir.

Araştırmalar göstermiştir ki madde moleküllerden, moleküller atomlardan, atomlar ise elektromanyetik dalgalardan meydana gelmiştir. Yani alem tek ve mutlak bir enerji kütlesidir.
Ateş, hava, su ve toprağın karışmasından; maden, bitki ve canlılar oluşmuştur. Canlı cinsinin en şereflisi insan olup, kainatın oluşumu insanda son bulmuştur. İnsan nihai hedef olduğundan tüm varlıklardan sonra mevcut olmuştur. İNSAN TÜM MEVCUDADIN ÖZETİ VE ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ HALİFESİDİR.

İnsana mikro kozmos (küçük alem) denilmekte olup, insanın dışında kalan tüm yaratılmışlara ise makro kozmos (büyük alem) denilmiştir. MAKRO KOZMOSTAKİ HERŞEY, MİKRO KOZMOSDA ÖZET HALİNDE MEVCUTTUR. Yani kuantum fiziğinin ifadeleriyle en küçük parça bütünün tüm özelliklerini taşır.

Allah, ‘Biz insanı en güzel şekilde yarattık’ buyurmakta ve subuti sıfatlarını insanda toplayarak onu yaratmaktadır. Allah tüm sıfat, isim ve fiilleri alemde ortaya çıkmış ve herşey fiillerinin, sıfatlarının ve isimlerinin aynası olmuştur. Söz konusu sıfatlar birer canlı organizma olan yıldız ve gezegenlerde de aynı kanunlara tabi olmuştur. Evrende her bir noktanın aynı mesabede olması ve her bir noktanın birbirleri hakkındaki bilgiyi paylaşmaları, yani parçanın bütündeki bilgiye sahip olması nedeniyle, gerek doğum anındaki, gerekse hareket ve değişim halindeki gezegen, yıldız ve buna bağlı astrolojik etkiler her an insanlar ve diğer yaratılmışlarla sürekli etkileşim ve haberleşme halindedir.

Dr.Franz Hartmann ‘İnsan tüm elementlerin özü, ya da evrenin küçük bir kopyasıdır. Evrende var olan ya da yeralan her şey insanın yapısında da vardır ve orada yer alır. İnsan dediğimiz varlığın yapısını oluşturan kuvvet kümeleri ve özler daha büyük çapta ortaya çıktıklarında Evren adını alan kuvvet kümelerinin ve özlerinin aynasıdır.

Evrendeki herşey insanda yansımıştır ve insan bunun bilincine erebilir; işte bu durum insanın kendisini bilmesine, evren de yalnızca görünmeksizin var olanları değil, gelecekte olacakları da önceden kestirmesine, geleceğin olaylarını bilip kehanette bulunmasına yol açar.’ demektedir.
Yıldızların ve gezegenlerin de tüm evren, oluşturan yapıtaşlarında olduğu gibi etkileyici rolleri vardır. Özellikle astrolojik etkiler test edilmiş olup, aynı etkiler altında aynı sonuçlara ulaşıldığı görülmüştür. Ancak dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da çok fazla değişkenin bir arada incelenmesi gerektiğidir. Yani gök cisimleri de birer hizmetkar ve görevli konumdadırlar. Onlar da yaratılış gayelerine uygun fiiller sergileyerek tüm sistem içerisinde kusursuz birliktelikte vazifelerini yerine getiririler. Ünlü mutasavvıf Erzurumlu İbrahi Hakkı ‘Yıldızlar ve tabiatlar sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluk, hakim, ve sani olan Allahu Teala’nın aletleri gibidir, hizmet edicidirler’ der.

Şimdi önemli ve önemli olduğu kadar da dikkat çekilmesi gereken diğer bir konu. Allah’ın 99 isminden (ESMA-ül hesna) bahsederiz. Kimimiz bunları sadece saymakla yetinirken kimimiz idraki içinde de yaşarız.. Yazımızın başında da belirtildiği üzere tasavvuf ehli ‘Allah’ın tüm sıfat, isim ve fiilleri alemde zuhur etmiş ve herşey fiillerinin, sıfatlarının ve isimlerinin AYNAsı olmuştur.’ demişti. Evet öylesine aynalar vardır ki, kişiyi farklı farklı gösterir, kimi güzel, kimi çirkin.. İşin aslı gören gözdedir, aynanın yansıtma gücündedir. Bu noktadan hareketle, şunu diyebiliriz ki, tüm bu isimler, sıfatlar aynı zamanda güneş sistemimize de serpiştirilmiş, kimi sıfatlar ve özellikler bazı gezegenlerde yoğunluk kazanmış, kimilerinde ise kazanmamıştır.

Allah’ın esmaları demekteyiz aynı zamanda. ESMA, isimlerin manaları demektir. Sema kelimesi de gökyüzü şeklinde algılanmayıp, anlamlar demek olan esma boyutunun adıdır. Madde evrenin kaynağı da semadan yeryüzüne inmektedir. Yani sıfatlar boyutunda, her bir gezegen, yıldız sistem gereği belli anlamları ve isimleri bünyesinde barındırmaktadır. Ve de bu şekilde Allah’ın isimlerinin mazharı olmaktadırlar. Her biri varlığının sebebi olan görevi ifa etmektedir.
Örneğin, Mars gezegeninin kahhar ve cebbar esmasını, sıfatlarını, Satürn gezegeninin alim sıfatını, Şironun hadi sıfatını taşıması gibi…

Buradan hareketle tesbit edebildiğim kadarıyla gezegenlerde ağırlıkta bulunduğunu düşündüğüm sıfatların dağılımının aşağıda şekilde olduğunu düşünüyorum. Bu dağılım edinebildiğim bilgiler çerçevesinde gerçekleştirilmiş olup, bu konuda her türlü katılım ve paylaşıma da açık olduğumu belirtmek isterim..

Buradan hareketle tesbit edebildiğimiz, gezegenlerde ağırlıkta bulunan sıfatların dağılımı aşağıda verilmiştir.

GÜNEŞ: Muizz, Hayy, Hakk, Evvel, Baki, Selam, Basir, Hu, Muzill, Muhyi, Kayyum, Macid, Nur, Hadi, Vali, Allah, Celil, Melik, Aziz, Adl, Aliyy, Bari, Rahim, Afüvv, Gafur, Habir, Hafiyz, Halık, Kadir, Sabur, Rafi, Şekür, Mukiyd, Muktedir, Ganiyy, Zülcelali Vel ikram.

AY: Batın, Rahman, Rahim, Afuvv, Şekür, Müheymin, Hafiz, Rakib, Vasi, Musavvir, Vedüd.

MERKÜR: Azim, Muhsi, Rauf, Muiyd, Melik, Habir, MalikülMülk.

VENÜS: Vedüd Hasib Mümin Vehhab, Musavvir, Kavi, Gani, Hafid, Veliyy, Macid, Mecid, Vekil, Muhyi, Basit, Hakim, Latif, Muhsi, Gaffar, Kerim, Metin, Rakib, Varis, Muğni, Alim.

MARS: Cebbar, Kahhar, Muntakim, Darr, Mümit, Kaviyy, Vahid, Celil, Mecid, Aziz, Muktedir, Vali, Malikul Mülk, Muksid, Varis, Ahir, Muzill.

JÜPİTER: Samed, Kabid, Tevvab, Basıt, Rezzak,Gaffar, Vekil, Vacid, Müteali, Berr, Nafi, Adl, Gafur, Gani, Aliyy, Hafiz, Mucib, Mübdi, Hamid, Hakem, Bediy, Muheymin, Alim, Kayyum, Kuddüs, Semi, Muksid, Kebir, Nur, Alim, Vahıdül Ehad.

SATURN: Mukaddim, Muahhir, Mukit, Vasi, Mani, Sabur, Kerim, Zülcelalü velikram, Metin, Kadir, Kuddüs, Hakim, Mürid, Alim, Vacid, Halim, Nafi, Müteali, Mütekebbir, Zahir.

URANÜS: Hakim, Ahir, Mugni, Reşid.

NEPTÜN: Şehid, Halim, Latif, Mucib, Batin.

PLUTO: Mütekebbir, Halik, Bari, Bais, Mubdi, Bedii, Kebir.

DÜNYA: Zahir Cami

Yalkın Tuncay

ONYEDİNCİ BOYUTA YOLCULUK

Aydınlatır şems feleği onyedinci boyuttan herkesi
Nurdur mazharı parlatır aydın yürekleri
İdris’tir (AS) makamı, Cebrail ruhaniyeti
Akıl suretidir Efendimizin, topraktır elementi.

Aralarında inip durmakta emirler
174 dür adedi güneştir saati
Hayy- Kayyum Allah der
Altındır madeni

Yedi kat yaratmış o Allah’ki göğü
Kuşatmış herşeyi öğretmiş sözü
Vermiş İdris’e bilgisini yedi kat göğü
Yükseltmiş onu onyedidedir makamı özü

Onyedinci İsra’dan çık Miraca
Mescidi Aksa’ya oradan da yedi kata
Göklere Sidretül Müntehaya
Miraç eyle onyedinci makama

Kur’an bahşeden Kerim Allah
Feleklerden melekleri indiren melik Allah
Kalemle yazmayı öğreten Allah
Felekleri alimlere okutan Allah.
Elhamdülillah..

Yalkın Tuncay

MÜZİKTERAPİ VE ASTROLOJİK AKORD

Müzik hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Her zaman için iyi bir dinleyici olduğuma inanırım. Klasik müzikten, modern ya da günümüz müziğine yayılan geniş bir yelpazede hep iyileri dinlemek ve ruhumu gıdalandırmak benim için hep tutku oldu. Aslında herbirimiz çok da bilinçli olmasak da ahenk ve huzur arayışımızı ya da uyarıcı etkisini hep kullanmışızdır müziğin.. Yani bir yatıştırıcı, bir de uyarıcı yönü var müziğin. Bu yüzden Şirazlı Ruzbahan Bagli, Süheyl Ünver gibi büyükler ‘Musiki fasıkın fıskını, aşıkın da aşkını arttırır’ demişler.

Okul yıllarında gitar ile coşan yüreğimi, ney öğrenerek yatışmalardayım son zamanlarda.. Geçmişten günümüze yapılan araştırmalar, müziğin astımdan şizofrene, down sendromundan felce kadar pek çok hastalığın tedavisinde olumlu etken olduğunu kanıtlamış.

Müzik ile tedavinin 6000 yıllık bir geçmişi var. Özellikle Kazan, Kırgız ve Altay Türklerinde görülmekte. Daha sonra Farabi, İbni Sina, Ebubekir Razi müzikterapinin temellerini oluşturmuş. Selçuklu ve Osmanlı döneminde de gelişimini sürdürmüş. Zamanında Edirne’de Beyazıd-ı Veli Darüşşifası’nda, üç hanende bir neyzen, bir kemani, bir santuri, bir çeng-i santuri ve bir de udi hastalara tedavi uygularmış. Bu yöntemle de başta ödemli hastalar olmak üzere bir çok hasta tedavi edilirmiş. Geçmişte Türkler arasında Baksı ve Kam adı verilen hekimler, müzikterapi uygulaması yapmaktalarmış. İlginç olan ise, bunların oynanan danslarla vecd haline geçerek sezgi ile hastalarını tedavi etmeleri.

Müziğin özünde hareket ve ritm var. Her bir müzik ya da makam kişilerde farklı duygu ve düşünceleri harekete geçiriyor. Düşünmek nefesli aletler, hissetmek yaylı aletler, istemek ise vurmalı aletlerle ilgili. Demekki çocukluk yıllarımda bir şeyi isterken hep birşeylere vuruyor ve talep ediyordum, Gençliğim hislerimi, ilerleyen yaşım ise düşünceyi ön plana çıkarmış durumda. Özellikle ahenk arayışına müzikle kısa yoldan ulaşılabiliyor.

Hatta evrensel ahenk içerisinde olması gerektiğinden hareketle burç ve gezegenlerin de müziksel ses ve notalarla ilişkilendirildiğini görmekteyiz. Yapılan çalışmalarla, doğum anındaki yıldız haritasında yer alan gezegenlerin birbirleri arasındaki ilişkiden hareketle bir melodik yapıdan söz edilebilmektedir.

Haritalarında gezegenler arası akord ya da uyum hali mevcutsa, yaşam kişi için ahenkli bir senfoniye dönüşebilmektedir. Müziksel değerler yaşamın her noktasında duyabilene kendisini dinletmektedir. Ya da iki gezegenin doğum haritasında enerjilerinin uyumsuzluğunda bahsediliyorsa, kombine ses de ahenksiz çıkmakta, ancak hareket halindeki diğer gezegenler veya ikinci bir şahıs tarafından 3.bir ses değeri ya da notasıyla ahenk sağlanabilmektedir. Uyumlu evlilikler ve iş ortaklıkları ilk akla gelenler..

Mesela, Koç burcu DO notasıyla ifade edilirken, oğlak burcu LA notasıyla ifade edilmektedir. Yaşam da bir senfoni değil mi inişleri ve çıkışlarıyla..
Kimi zaman bir segah peşrev, kimi zaman ise hüzzam..

Müzik makamları ile burç ve gezegenlerin de etkileşimleri var. Kişilerin yıldız haritalarından hareketle, hastalıkların tedavisinde hangi makamların uygulanabileceği tespit edilebiliyor. Örneğin rast makamı, ateş tabiatlı yapısıyla Koç burcunu etkilemektedir. Uyarıcı niteliğinden dolayı, kişiye neşe ve rahatlama vermektedir. En eski makamlardan Rast makamı ise, Mars gezegeni ile bağlantılı olup, spazmı çözücü etkisi gözlenmiştir. Bu ise spastik ve otistik hastalıkların tedavisinde fayda sağlamaktadır.

Çoğu kez bilinçsizce müziklerden kendimize uyan bir türü seçiyoruz, yani SELF MÜZİKTERAPİ uyguluyoruz. Ben şahsen farklı zaman ve mekanlarda değişik frekanslara sahip müzikler dinleyerek, yıldız haritamda yer alan akortsuzlukları, uyumsuzlukları ahenkli hale getirmeye çalışıyor ve iç ahengimi her an düzenliyorum. Acaba siz şu günlerde kimleri dinliyorsunuz? Ya da cep telefonunuzdaki melodi kimin bestesi?

Son olarak Afrika’lı Çocukların korkularını yenebilmek için söyledikleri bir halk şarkısı takılıyor aklıma...

Bir şarkıyla geleceğim sana, beraber yeneceğiz korkumuzu,
Bir şarkıyla geleceğim sana, elveda demek için yalnızlığa,
Bir şarkıyla geleceğim sana, haydi çocuk artık korkma!

Yalkın Tuncay

ASTROLOJİ VE SAĞLIK

Günümüz biliminin ulaştığı noktaya baktığımızda evrende herşeyin birebir iletişim halinde olduğunu, sonsuz kainatın sonsuz etkileşimler içinde boyut boyut yüzdüğünü görebiliriz. Evrensel sistemler içerisinde astroloji kapsayıcı yönüyle belki de sistemi en belirgin olarak ifade edebilen ideal bir oluşumdur.

Bir zamanların yüksek bilimlerinden sayılan astroloji , bu bilgilere sahip geçmişteki yüksek medeniyetlerin yeryüzünden silinmeleriyle beraber gerilemiştir. Çoğu zaman unutulan bu bilim daha sonraki devirlerde tekrar gün ışığına çıkmaya başlamıştır. Binlerce yıl sadece 5 gezegen bilindi. Bunlar Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn idi. 1781 yılında Uranüs , 1846 yılında Neptün, 1930 yılında ise Pluto’nun varlığı ortaya çıkarıldı.

Geçmiş mitolojiler ve efsaneler astrolojik ifade ve anlamları farklı yöntemlerle sembolize etti. Farklı kültürler ve coğrafyalarda, farklı anlatımlarla aynı konulara işaret edildi. Hatta geçmişte, pek çok insanın düşündüğünden de daha ileri bilgiler mevcuttu. Bilhassa şekilci Yunan mitolojisinde 12 tanrıdan bahsedilirdi ve bu on iki tanrı, muhtelif yıldız ve gezegenlerle irtibatlandırılırdı. (Zeus, Jüpiter ile; Ares, Mars ile; Hermes, Merkür ile; Afrodit, Venüs ile) Sembollerle biçime kavuşturulan anlamlar farklı kültürlerde hep aynı anlamlara atıfta bulundu.

Ünlü tefsir alimi Elmalılı Hamdi Yazır burçlar kuşağının bölünmesinin ve adlandırılmasının gökler ilminin kurucusu olarak tanınan Hz. İdris (AS)’ a kadar uzandığını, İdris peygambere burçlar ilminin bilgisinin verildiğini belirtmektedir. Yine bazı kaynaklarda ise yıldız ilminin saf insan bilgisinden değil, yeryüzüne göklerin bilgisini getirmek üzere Satürn ‘e giden İdris peygamberden veya Hermes (Trismegistus)’a indirilen vahiyden kaynaklandığına inanılır. Hatta Hermes’in İdris peygamber olduğu kuvvetle muhtemeldir. Onun feleklerin tanıtılması amacıyla Zühal feleğine kaldırıldığı orada 30 yıl mekan tutarak yeryüzüne indiği, yıldızlar ilmi hususunda en tecrübeli kişi olduğu anlatılır. Babilliler tarafından tespit edilerek 12 burç olarak sınıflandırılan takımyıldızların da o çağda yaşadığı öne sürülen İdris peygamberin mucizesi olduğu belirtilmiştir.

Burçlar kuşağındaki farazi şekillerin M.Ö.3000 yıldan beri benimsendiği tahmin edilmektedir. Asırlar önce insanlık, dış alemin, görünmeyen alemlerin mahiyetini incelemiş, bulunduğu dünyada kendisini etkileyen faktörleri incelemişlerdir. Araştırmalar ilerledikçe gezegenlere muhtelif isimler verilmiştir. Astroloji bazı bilim adamları tarafından solaristik, lunaristik, elektromanyetik gibi isimlerle yeniden keşfedilmeye başlamıştır. Bu ve benzeri yönleriyle astroloji-tıp ilişkisinden de tarih boyunca istifade edilmiştir.

Günümüz bilimi, çeşitli iletişim araçlarıyla evrende oluşan, mahiyeti bilinmeyen olayları insanlığa anında ulaştırabilmekte ve gelecek olan muhtemel etkilere karşı insanlığı uyarabilmektedir. Örneğin; güneşte ortaya çıkabilecek olağanüstü bir değişiklik dünyadaki canlıların sinir sistemleri üzerinde doğrudan etkide bulunabilmekte, çeşitli hastalıklara, psikolojik buhranlara, hatta ölümlere sebep olabilmektedir.

Günümüz araştırmaları sonucu anlaşılmaktadır ki; herşey doğal bir ritme sahiptir. Matematiksel araştırmalar söz konusu ritmlerin, manyetik bir etkiyle oluştuğunu ortaya koymaktadır. Pek çok sağlık problemi güçlü elektromanyetik alan oluşturularak tedavi edilebilmektedir. İnsanın biomanyetik alanlarının haritaları çıkarılmıştır. Bilimsel olarak otoriteler de göksel güç alanlarının insanlar üzerindeki etkilerini kanıtlamışlardır.

Evrende sonsuz yaşam enerjisi mevcuttur. İnsan bedeninin eterik, zihinsel, duygusal ve ruhsal bedenlerden oluştuğu düşünülmektedir. Eterik beden üzerinde zihinsel beden, zihinsel beden üzerinde duygusal beden, onun üzerinde ise ruhsal beden yer almaktadır. Bu bedenlerin hepsi aurayı oluşturmaktadır. Yaşam enerjisi sadece fiziksel şifa getirmekle kalmaz, ruhsal dengeyi de oluşturur. İşte bu yaşam enerjisi insan bedenine çakralar vasıtasıyla akar. Beden çevresindeki enerji alanı aura adını alır. Görülüyor ki varolan yaşam enerjisi muhtelif yöntemlerle manyetik alanlar oluşturularak dengelenmeye çalışılmaktadır. Evrendeki tüm enerjiler melk yapılar tarafından bir nevi elektromanyetik dalga ve ışınımlar vasıtasıyla küçük alem dediğimiz insan bedeni üzerine doğrudan etkiler yaratmaktadır.

Diğer yandan her gök cismi; hava koşullarına, doğa olaylarına, insan vücuduna, psikolojisine ve sağlığına doğrudan yansımaktadır. Evrende herşey iletişim halinde ise algıladığımız haliyle mesafelerden bahsetmek çok anlamlı hale gelmemektedir. Bu boyuttan konuyu değerlendirdiğimizde herşey bilgi akışından ibarettir. Bu nedenle astroloji ve gezegenler vasıtasıyla alınan etkileşim ve bilgi transferi önemli rol oynamaktadır.

Günümüzde dünyada pek çok doktor ve ruh hekimi, teşhis öncesinde hastalarının yıldız haritalarına bakmakta ve değerlendirmektedir. Astroloji tüm dinlerin ve bilimlerin temel konusu olmuştur. Doktorlar ve din alimleri astrolojiyi öğrenmenin gerekliliğine inanmışlardır. Bugün bile Fransa’da bebeklerin doğum zamanını ayarlamak için astrologlardan istifade edilmektedir. Şu da unutulmamalıdır ki doğum saatinde yapılacak bir düzenleme de kader planı dahilindedir.

Astroloji; güneş, ay ve diğer gezegenler ile yıldız ve burçların (makrokozmos’un) başta insan olmak üzere dünya üzerinde bulunanlara (mikrokozmos’a) etkilerini incelemektedir.

Bireysel astrolojinin içeriğinde; kişinin iletişime yönelik tutumu, düşünce tarzı, inanca dair yaklaşımı, ruhsal gelişim kapasitesi gibi hususlar incelenmekte; kişinin ruhsal ve psikolojik yönden eğilimi hakkında değerlendirmelerde bulunulabilmektedir. Bu yönüyle tıbbi astroloji ya da bir başka ifadeyle sağlık astrolojisi büyük bir önem taşımaktadır. Bireysel astroloji kapsamında kişilerin doğum haritası incelenerek sağlık hususunda analiz, inceleme ve değerlendirmelerde bulunmak mümkün olup, olası hastalıklar, kaza ve ölüm şekli, hatta bazen ölüm zamanı tahmin edilebilmektedir. Ayrıca, rahatsızlıkların psikolojik kökenli olup olmadığı, fizyolojik rahatsızlıkların yapısı hakkında bilgilere ulaşılabilmektedir.

Burçlar, gezegenler ve yıldız haritasında yer alan evler sistemi, vücudumuzun belli organlarını temsil etmektedir. Burçlar vucut üzerindeki organları ifade ederken, gezegenlerin düştüğü evler, burçlar ve aralarında oluşan açılar ne tür hastalıklara meyilli olduğumuzu ifade eder. Burçlar vücuttaki hassas organları göstermektedir. Diğer yandan her burcun, karşıt burcunun temsil ettiği organlar açısından hassas olduğu da unutulmamalıdır. Görülmektedir ki burçlar, gezegenler, evler belli organları temsil etmekte ve birey, haritasında aldığı etkiler doğrultusunda sağlıklı olabilmekte yada hastalıklara yakalanmaktadırlar.

Gezegenlerin hangi evlere düştüğü, evler, burçlar ve aralarındaki oluşan açılar ne tür hastalıklara karşı dirençli olduğumuzu yada hassas olduğumuzu belirler. Her burç, karşıt geldiği burcun temsil ettiği organlar açısından hassasiyet yaratır. Özellikle astrolojideki birinci ve altıncı evler bu konuda ayrı bir öneme haizdir. Astrolojide yıldız haritasına horoskop diyoruz. Horoskop belli bölümlere ayrılır.Bunlar 12 ev olarak adlandırılır.

Ayrıca, doğum öncesi alınan etkiler ve bilhassa Güneş ve Ay tutulmasının etkileri, mevcut hastalıklara da ışık tutabilmekte,hastalıkların kökeni hakkında önemli işaretler vermektedir.

Bazı ilginç örnekler vermek gerekirse; erkeğin haritasında Güneş, kadın haritasında Ay sağlıkla ilgili önemli bilgiler verir. Gezegenlerin aldıkları olumlu ve ılımlı açılar sağlığı güçlendirici rol oynarlar. Aksi halde sorunlar ortaya çıkabilir. Özellikle satürn ile zıt açılar, devresel sağlık problemlerinde çok önemli bir göstergedir. Jüpiterin, güneş ve ay ile olumsuz açıları karaciğer bozukluklarına neden olabilmektedir. Haritada altıncı evde bulunan burç sağlık konusunda pek çok fikir verebilmektedir. Plutonun güneş ve ay ile sert açıları üreme yolları ve boşaltım ile ilgili sorunlara neden olabilir. Neptünün sert açıları alerjik reaksiyonlara yol açabilir.

Güneş ve ayın konumu, birinci ev, altıncı ev ve yönetici gezegenin konumu, altıncı evin duvarı, Satürn, Mars ve Uranüs gezegenlerinin güneş ve aya olan konumları, altıncı ve onikinci evlerin duvarlarındaki zararlı gezegenlerin mevcudiyeti, bunun fiziki kusurlarla doğrudan bağlantılı olması, altıncı evin doğal burcu olan Başak ve Merkürün pozisyonu sağlık konularıyla ilgili sadece bazı ipuçlarıdır.

Altıncı ev anolojik olarak Başak burcunun doğal evidir.Yöneticisi merkürdür. Pek çok astrolog bu evi sağlık ve hastalıklar ile bağlantılı olarak değerlendirir. Beslenme ve beslenme alışkanlıkları ile ilgili pek çok ipuçları verir. Aynı zamanda vücutta bağırsak sistemi ile ilgilidir. Altıncı evdeki planet ve aldığı etkilere bakılır. Mesela, Marsın altıncı evde ve sert açılar alması muhtemel sağlık sorunlarını ve kaza tehlikesini getirir.Ya da bu evdeki plutonda hastalıkların kökeni psikolojik olabilmekte, fiziki tedaviler etkin olamamaktadır. Diğer yandan pekçok şifacının, doktor ve güzellik uzmanının haritalarında bu ev önemli açılara sahiptir.

Gezegenler ve burçlar itibariyle bir değerlendirme ve sıralama yapacak olursak ;

Ay ya da yengeç burcunun altıncı evde olması kişilerin duygusal durumları ile sağlık durumları birbirleriyle doğrudan ilintili olmakta, yani o gün moralleri bozuksa doğrudan vücutlarında kasılmalar, sebepsiz başağrıları, hatta alerjiler görülebilmektedir. Hastalıkları ise genellikle stres, sinir bozukluğu gibi sebeplerden ileri gelmektedir. Dikkatsiz ve dengesiz rejimleri nedeniyle de vucutlarını güçsüz bırakarak, kolayca nezle, grip olabilmektedirler. Gezegenlerin sert açılarında uyuşturucu, alkol bağımlılığı gibi kötü alışkanlıklar da görülmektedir.

Ay ; üretkenlik ve verimlilik, doğurganlık, vücut sıvıları, kan, lenfler, mide, sindirim sistemi, beyincik, mukoza, gözler (Kadında sağ göz-erkekte sol göz ) ile ilintilidir.

Merkür veya ikizler ya da başak burcunun altıncı evde olması halinde ise kişiler alternatif tedavilerle (akapunktur, homeopati, aromaterapi gibi) ilgilenebilmektedirler. Vejeteryanlık gibi farklılık gösteren beslenme alışkanlıklarını da uygulamaktadırlar. Sert açılarda ise sinir sistemi ve elleriyle ilgili ciddi sağlık problemleri yaşayabilmektedirler.

Merkür; konuşma ve duyu organları, sinir sistemi, akciğerler, eller ve parmaklar, solunum sisteminin üst kısmı, tiroid bezi ile ilintilidir.

Venüs, boğa burcu ya da terazi burcu altıncı evde ise; bu durum sağlıklı ve iştahlı olmanın belirtisi olarak görülür. Dayanıklı bir vücuda sahip olup, ağır hastalık geçirmezler. Ancak, yeme ve içmeye meraklı olmalı nedeniyle, aşırı kilo alabilmektedirler. Troit salgıları ve böbrek üstü bezlerinin salgılarının düzensiz olması halinde fazla kiloya neden olabilmektedir. Bu nedenle de düzenli egzersiz yapmaları gerekmektedir.

Venüs; bezeler ve hormon sistemi, böbrekler, toplardamarlar, iştah durumu, boğaz, ağız, deri, yanaklar ile ilintilidir.

Mars veya koç burcunun altıncı evde olması halinde strese dönük olarak, özellikle deri ile ilgili rahatsızlıklar (egzama, alerji, dökülmeler..) görülebilir.

Mars; vücut ısısı, kaslar ve kas sistemi, cinsel fonksiyonlar, idrar Yolları, kan, alyuvarlar, akyuvarlar, safra, baş, kaza ve ameliyatlar, iltihaplanma ile ilintilidir.

Neptün veya balık burcunun altıncı evde olması halinde ise; bu kişilerin dış etkilere karşı vücutlarının daha hassas olduğu görülmüştür. Sıcaklık farkları, aldıkları ilaçlar veya aldıkları gıdalardan hemen etkilenebilirler. Sık sık alerji sorunu yaşayan bu insanlar psikolojik sıkıntılarda hemen rahatsızlanabilirler. Sert etkiler altında ise ruhsal sorunları ve psikosomatik hastalıkları kendilerine çekebilirler.

Neptün; epifiz, vücut lekesi, aura, uyku hali, uyuşma hali, bilinç altı, omurilik, alerjiler, rüya fonksiyonları, alerjik reaksiyonları ile ilintilidir.

Pluton veya akrep burcu altıncı evde ise; pluton cinsel organları temsil ettiğinden sert açılar halinde bu kişilerin aids, kanser gibi tehlikeli hastalıklara yakalanma riski yüksek görülmektedir.

Pluton; kollektif bilinçaltı, yenilenme, kronik hastalıklar, belirsiz ve sonradan çıkan hastalıklar, bilinçsizlik, yaşamın sonu, genel cinsellik ile ilintilidir.

Satürn veya oğlak burcunun altıncı evde olması halinde; müzmin hastalıklara yakalanabilir, kolayca hasta olan bünyeye sahip bu kişilerin gençlik yılları özel bir önem arzeder.

Satürn ; iskelet sistemi, kemikler, taş oluşumu, organ kaybı, yaşlılık, eklemler, dalak, deri, dişler, ilik ile bağlantılıdır.

Güneş ve aslan burcu; kalp, hayat enerjisi, hücre, dolaşım sistemi, vücut, omurga, hücre, yaşam gücü ile bağlantılıdır. Güneş zodyağın beşinci burcu olan aslan burcunun yöneticisidir. Aynı zamanda kalbi, temel yapıyı ve genel canlılığı da ifade eder. Elde edilen bulgulara göre, hayatın temel maddesine DNA ya doğrudan etkiler yapmaktadır. Kronik ya da köklü hastalıklar için, güneşin ilgili burçtan geçişi sırasında ters açılara bakılmaktadır. Güneş aynı zamanda omuriliği, erkekte sağ gözü, kadında sol gözü, damarları ve dalağı da yönetmektedir.

Güneşten fazla enerji geldiğinde, kızamık, çiçek gibi hastalıklar başgösterebilmektedir. Bu konu, yeni tıbbi biomanyetik araştırmalarla izlenmektedir.

Jüpiter ve yay burcu ; bademcikler, karaciğer, hipofiz bezleri, dalak, kan dolaşımı, kaburgalar ile bağlantılıdır. Bizlere ne kadar garip gelse de jüpiterin yıldız haritasındaki konumu ve diğer gezegenlerle ilişkisi, başkalarından daha çok kilo almamıza yol açabilmektedir.

Üranüs ve kova burcu; genel vücut ritmi, nabız, nefes, sinir sistemi, beyin taşı, hipofiz, omurilik, sırt, uyuşmalar.

Astrolojide 4 element ve 4 nitelik üzerinde durulmuştur. Bu elementler ateş, toprak, hava ve su’dur. Kişisel yapı itibariyle bireyler bu 4 elementten herhangi birinin veya bir kaçının ağırlıklı özelliklerine sahip olabilirler.

Ateş; bir nevi şuur ve bilinçtir. Aydınlanmayı sağlar. Yapıcı ve bilinçlilik düzeyini ifade etmekle beraber, kötü kullanıldığında yakıcı ve yok edici özelliğini taşır. Ateş, ulaşabileceği herşeyi yoklar, dener ve sınar. Ulaşabildiklerini kendisine maletmeye çalışır. Hatta tutuşturabilse kendi parlamasına, alevlenmesine alet eder. Suyu buharlaştırır, arıtır, yükseltir. Havayı ise ısıtır, genleştirir. Bir nevi savunma güdüsüdür. Bu noktada ateşli hastalıklardaki, ateşin iyileştirici ve savunmacı fonksiyonu burada önem kazanmaktadır.

Toprak, yutan ve çürüten bir yapıya sahiptir.

Hava, dünyayı saran atmosfer olmasıyla da canlılığın ana kaynaklarındandır. Hava sembolizmde akıldır. Ve insan hayatını idame ettirebilmek için akla ihtiyaç duymaktadır. Hava ileticidir. Isı, ışık, koku, ses gibi iletişim ve algılamaya dayalı enerji dalgalarını özenle gidecekleri noktaya iletirler. Özellikle iletişim ve akla yönelik psikolojik açılımlarda hava elementi önemli bir rol oynar.

Su, yaşamın kaynağıdır. Vücudun ağırlıklı su olan yapısı nedeniyle yaşamı destekler ve korur. Hissiyata ilişkin yapısı ile de çözücü ve ileticidir. Bünyesinde dolaştığı canlıya kendisini adar ve içine nüfuz ettiği varlığın rengini alır. Birleştirici ve uyumlayıcı özelliği vardır. Kolay çözündüğü için dolaştığı yerin maddesine bulanır. Saf haliyle kalması zordur.

Kısacası dört element dört farklı mizaca tekabül eder. Sağlığın bozulması, bu karakterlerden birinin diğerlerinden baskın olması ve dengelerin değişmesiyle ortaya çıkmaktadır.

İmam Gazali ; Kimya-ı Saadet adlı eserinde ;

“.... Dört unsur dedikleri ateş, su, hava ve toprak, 4 yaya hizmetçi gibidirler. Kendi vatanlarından ayrılmazlar. Sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk olan 4 tabiat (yaratılış) onların elinde 4 kement gibidir. Mesela, bir kimseye yüzünü dünyadan döndürecek, üzüntü ve korku kaplayacak, dünya nimetleri kalbine iyi gelmeyecek ve akibetinin üzüntüsü kendisini istila edecek bir hal olursa, hekim bu hasta oldu der. Buna mali-hulya hastalığı denir. Bunun ilacı, kaynatılmış kimyondur.

Tabiyyeci derki ; bu hastalığın aslı tabiatın kuruluğundan gelmektedir. Beyni kaplar. Bu kuruluğun sebebi kış havasıdır. Bahar gelip, havada nem miktarı fazlalaşmayınca düzelmez.

Müneccim der ki ; bu onda meydana gelen sevdadır. Sevda Merih ile aralarında beğenilmeyen bir uygunluğun vaki olduğu utarit yıldızından zahir olur. Utarit, zühre ile müşterinin yanına gelmeyince, yahut aralarında 3 burç uzaklık olan 2 yıldız biraraya gelmeyince bu hal iyi olmaz. Hepsi doğru söylüyorlar. Fakat bu onların kavuştukları ilim miktarıncadır.. O halde hepsinin söylediği doğrudur.’

Geçmiş yüzyıllarda, her hastalık ayrı bir gezegenin etkisi altında kabul edildiğinden; tedavi yöntemleri ve ilaçlar da gezegenler esas alınarak seçilirdi. Örneğin; Mars ile bağlantılı hastalıklar yani yüksek ateş, yüksek tansiyon, iltihaplar, şişmeler ve yaralanmalar gibi; satürn etkisindeki ilaçlarla tedavi edilirlerdi. İlaçların tertiplerindeki özellik mars karşıtı olarak ateş düşürücü, yatıştırıcı, kan durdurucu gibi özellikleriyle, kurtboğan, kavak, arpa, avratotu, kendir, keten tohumu, banotu, meşe, devedikeni, çay, antimon, baldırotu gibi doğal maddelerdir.

Görüldüğü üzere bilimin de sınırlarını zorlamasıyla asırlar öncesinden tesbit edilen pek çok gezegensel ve burcsal ilişkiler, bilim tarafından yeniden tesbit edilmekte ve doğrulukları teyit edilmektedir.

Yükselen burçlara göre sağlık ile ilgili de önemli yaklaşımlar mevcuttur. Örnek vermek gerekirse yükselen burcu boğa olan insanlarda ense ve boğaz bölgesinin daha hassas olduğu, soğuk algınlığı ve anjine daha kolay yakalandıkları, çabuk kilo aldıkları, bu nedenle kilo problemleri yaşandığı, acıya diğer burç insanlarından daha dayanıklı oldukları görülmüştür.

Yükselen burcu ikizler olan insanlarda da, soğuk algınlığı, bronşit ve zatürreye karşı hassasiyet bulunduğu, hareketli bir yapıya sahip bu kişilerin sindirim sistemlerinin de iyi çalıştığı ve şişmanlamadıkları görülmüştür. Bu ve benzeri pek çok sonuç dikkat çekici olup, değerlendirilmeyi beklemektedir.

Bilimin öncülerinden ; Hipokrat, Aristo, Galen, El Zahravi, Muhyiddin Arabi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İbni Sina, El Biruni’ de öncelikle iyi birer astrologtular. Klasik Yunan çağında yazdığı ‘Havalar-Sular ve Yerler’ adlı kitabında Hipokrat şunları söylemektedir.

‘Astronomi tedaviye az değil, en çok etkiyi yapmaktadır. Çünkü bir insan, eğer zamanların değişmesini, yıldızların yükselip alçalmasını anlarsa, o yılın nasıl bir yıl olacağını önceden bilebilir, hazırlıklı olabilir.’

Ardından da Hipokrat, salgın hastalıkların da önceden bilinebileceğini söylemiştir. Hatta ona göre bunlardan bazılarını önlemek de mümkündür.

Diğer yandan, vücudun belli bölgelerine yapılacak müdahalelerin, ameliyatların ve verilecek ilaçların kendi öğretileri ve yazıları doğrultusunda yalnızca belli zamanlarda uygulanması gerektiğini belirtmiştir.

Birbirinden bağımsız çalışmalar yapan astrologlar, boyun ve boğaz ameliyatlarının, ay boğa burcundan geçerken özellikle tehlikeli olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Öyle ki, boğa burcu, boyun ve omuzları yönetmektedir.

Daha önce de ifade ettiğim gibi pek çok tasavvuf ehli düşünür, astroloji ve insan sağlığı konusunda ayrıntılı çalışmalarda bulunmuşlardır. Bunlardan Erzurumlu İbrahim Hakkı ayın tesirlerinden bahsederken şunları söylemektedir.

‘Ayın ilk 15 gününde sıcaklık ve rutubet çok olduğundan damarlar kan ile dolup, insan ve hayvan bedenleri kuvvet bulur. Dolunaydan sonra soğuk ve kuruluğun ağır basmasıyla ihtilat-ı erba, bedenin derinliklerinde bulunmakla damarlarda kan azalıp, büyüme ve gelişme az olur. İnsan ve hayvan bedenleri zayıflar. Arabi ayların ilk yarısında hastalanan, kolay kurtlurken, ikinci yarıda hastalananlar güç sıhhat bulurlar. Ayın ilk yarısında canlıların beyin dokuları ziyade olup, ikinci yarısında azalma olur.’

Tüm alemler (makrokozmos-büyük alem), ile insan (mikrokozmos-küçük alem) arasındaki bire-bir bütünsel ilişkiden sözetmiştik. Bu konuda tasavvuf ehli Aziz Nesefi’nin ilginç tesbitlerini okuyalım.

‘Küçük insanda ne varsa, büyük insanda da vardır. Çünkü nutfe, rahme düşünce ilk cevher meydana gelir. Yedi dış aza; baş, göz, iki el, ferc, iki ayak meydana gelir. Bunlar yedi iklimdir. Batın azalar, akciğer, dimağ, böbrek, kalp, öd kesesi, karaciğer ve dalaktan oluşur. Bunlar yedi göktür. Mesela akciğer birinci göktür. Görüneni kamer (ay) feleğidir. .... 3.sema zühre (venüs) feleğidir. Zühre büyük alemin böbreğidir...’ şeklinde devam etmektedir.

El Biruni’de vücut salgıları ve burçlar arasında ilişkiler şu şekilde ifade edilmektedir.
‘Burçların kuru ve nemli, hangi etkin özelliğe sahip olduğu bilindiği zaman, hangi burcun vücudun hangi sıvısına ve dünyadaki hangi elemente benzediğini tesbit etmek zor olmayacaktır. Sıcak ve kuru olan her burç; ateş ve safra ile, her sıcak ve nemli olan burç; hava ve kan ile, her soğuk ve nemli olan burç; su ve balgam ile ilişkilidir’ demektedir.

İhvan-ı Safa : Embriyolojik gelişmede gezegenlerin rolünü anlatır.Embriyolojik gelişme sırasında, insan vücudu tabiattaki diğer tüm varlık alemlerini kateder. Doğal süre olan döllenmeden doğuma kadar geçen 240 gün boyunca, ilk dört aylık dönem nebati nefsin etkisi altındadır.5.ay boyunca fetüsün organları, fetüs hala embriyo torbasının ortasında olmasına rağmen şekillenmeye başlar. Bu zamanda çocukta hayvan nefsi etkili olmaya başlar ve bu etki doğuma kadar sürer. Fetüs her dönemde belirli bir gezegenin etkisi altındadir. Külli nefsin vekilleri olarak bu gezegenler fetüse şekil verir ve büyümesini kontrol ederler.

Ona göre ; vücudun 9 cevheri, göklerin 9 sayısına tekabül etmektedir.Kemik, beyin, kas, damarlar, kan, sinir, deri, saç ve tırnaklar aynı gökler gibi birbiri üzerine sıralanmıştır.

Bu ve benzeri ifadelerle, vücudun çeşitli bölgelerindeki rahatsızlıklar ile gezegenler
arasında bire bir ilişkiler kurulmuştur. Gözlerin, Jüpiter ; kulakların, Merkür ; burun delikleri ve göğüs uçlarının, Venüs ; boşaltım organlarının Satürn ile ilgili olması gibi.

Varolan tüm sistemlerin aynı kaide ve kurallar dahilinde hükümlerini sürdürdüğü düşünüldüğünde astrolojinin sahip olduğu imkanların, özellikle hastalıkların önceden teşhisi ve kişi hangi rahatsızlıklara meyilli ise bu duruma uygun gerekli önlemlerin önceden alınabilmesi gibi konularda mutlaka kullanılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. İnsan yaratılmış en şerefli mahluk ve kainat onun hizmetinde. Mucize bir oluşumda yaratılan insanın en mükemmel bir şekilde üretim yapabilmesi zihinsel ve bedensel aktivitelerini maksimum noktada gerçekleştirmesine bağlı.

Astrolojinin bize bunca bilgi vermesi de, sağlık gibi en önemli bir konuda astrolojinin de kullanımının elzem olduğunu gösteriyor. Özellik arzeden vakaların doğum haritalarının hassasiyetle incelenerek gerek doğum anında aldığı etkiler, gerekse doğum öncesi alınan tutulum etkilerinin iyi gözden geçirilmesi, teşhis ve yönlendirme konusunda da faydalar sağlayabilecektir. Bu konuda ciddi istatistiki çalışma ve araştırmalar yapılmalı ve teşvik edilmelidir.

Yalkın Tuncay